18.08.2021

İL MÜFTÜMÜZ ABDULLAH PAMUKLU’DAN AŞURE GÜNÜ MESAJI

Muharrem ayı,hem İslam gelmeden önce hem de İslam geldikten sonra hep kendisine büyük değer ve önem verilmiş aylardan biridir. Muharrem, Hicri takvimin ilk ayıdır. Dinimiz İslam’da özel bir yere sahip olan Aşure Günü, Muharrem ayının içerisinde bulunmaktadır.
Muharrem, savaşmanın haram olduğu dört aydan biridir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde haram aylarını Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep olarak zikretmiştir.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)Muharrem ayını “Allah’ın ayı” olarak nitelendirmiş ve Ramazan’dan sonraki en faziletli orucun bu ayda tutulan oruç olduğunu bizlere bildirmiştir. (Müslim,Sıyam 202,203)
Kameri aylardan Muharrem ayının onuncu günü ise, AŞURE GÜNÜ’dür.  Bugünde  bir çok peygamberin hayatında mucizevi olaylar cereyan etmiştir.  Sahih kaynaklarımızda zikredildiği  üzere;bugün, Hz. Adem’in dünya üzerine indirilmesine sebep olan hatasından dolayı yaptığı tövbenin kabul olduğu, Hz. Nuh’un gemisinin büyük tufanda kurtulup Cudi dağına oturduğu, Hz. Yunus’un balığın karnından kurtulduğu, Hz. Musa’nın ve kavminin Firavun’un zulmünden kurtulduğu, Hz.Yakub’un oğlu Hz.Yusuf’a kavuştuğu gündür.  Bu nedenle  Aşure Günü bütün dinlerde ve en son din İslam’da da önemli bir yere sahiptir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) “Muharrem’in onuncu günü hem kendisi oruç tutmuş, hem de o gün oruç tutmalarını ashabına tavsiye etmiştir.”
Resulüllah  (s.a.v.) Aşure Günü tutulan orucun kıymeti soruldu; O da: “ Geçmiş bir senenin günahlarına kefaret olur.” buyurmuştur.
İbn-i  Abbas r.a.’dan rivayet edildiğine göre Resulüllah (s.a.v.)Aşure Günü’nde oruç tuttu ve oruç tutmayı tavsiye etti.” Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e Yahudi ve Hıristiyanların sadece onuncu güne tazim ettikleri, bu sebeple o gün oruç tuttukları haber verilince; “Eğer gelecek seneye kadar yaşarsam dokuzuncu gün oruç tutarım.”(Müslim, Sıyam;134) buyurmuştur. Bu sebeple Peygamberimizin tuttuğu ve tutmaya niyet ettikleri günleri birleştirerek Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu günlerini oruçlu geçirmek müstehaptır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine göre hareket etmenin yolu da budur.  
Bir çok Peygamber’in hayatında önemli bir yere sahip olan Aşure günü, İslam tarihinde Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin ve aile fertlerinin, ehl-i beytinin 10 Muharrem 61’de Kerbela’da şehid edildikleri bir gün olarak da  hatırlanmaktadır.
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin bir çiçeğin iki yarısı idiler. O çiçek Hz. Peygamber’in çiçeğidir. Nitekim Hz. Ali efendimiz evlatları için şöyle demiştir.
-“Oğlum Hasan, göğsünden başına kadar olan kısmında, diğer oğlum Hüseyin de bundan aşağı olan kısmında Hz. Peygamber (s.a.v.)’e çok benzerdi.”
-“Hz. Hüseyin yine ağabeyi ile birlikte dedesinin özel dualarına mazhar olmuştur”.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.)her iki torunu için;  “Allah’ım ben, bunları seviyorum. Sen de sev bunları.”
-“Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kokladığım iki çiçeğim,reyhanımdır.”
Her yıl 10 Muharrem’de kalbinde iman taşıyan her mümin kardeşimizi bir hüzün ve bir keder kaplar.
Zira Hicri 61 yılının 10 Muharrem’i, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in
“Benim dünyadaki çiçeğim, reyhanım” dediği  “Cennet gençlerinin efendisi” olarak tavsif ettiği, Hz. Aliyyü’l -Mürteza’nın, Hz. Fatımatü’z-Zehra’nın ciğerparesi, Hz. İmam Hüseyin efendimizin ve pek çoğu Ehl-i Beyt’ten olan 70’i aşkın müminin Kerbela’da şehadete ulaştıkları tarihtir.
Muaviye’nin ölümünden sonra  haksız bir şekilde Emevi saltanatına geçirilen Yezid,İmam Hüseyin’in de  kendisini tanımasını ve biat etmesini istiyordu.
Hak ve adaletin,yerini keyfiliğe bıraktığı saltanat sefasının sürüldüğü bir düzende Hz.Hüseyin (r.a.) için iki seçenek vardı:
-Ya Yezid’e  biat edip onun yaptıklarına göz yumacak,
-Ya da biat etmeyerek haksızlığa meydan okuyacaktı.
Zillet içerisinde yaşamaktansa izzetli bir ölümü tercih eden Hz. Hüseyin (r.a.),aldığı davetler üzerine Kufe’ye doğru yol aldı.İşte ne olduysa o yol üzerindeki Kerbela’da oldu.
İslam düşünürleri ittifakla, Kerbela Vakası’nı; “Tarih boyunca İslami değerlere saldıranlara karşı, direnişin sembolü olarak” yorumlamışlardır.  Bütün İslam alimleri, Kerbela Olayı’nın Emeviler Dönemi’nde, 1. Yezid iktidarında ve Ubeydullah b. Ziyad’ın Kufe valiliği döneminde işlenmiş bir cinayet, kapkara bir leke ve zulüm olduğunda ittifak halindedirler.
Hz. Hüseyin(r.a.) ve O’nun davası uğrunda canlarını feda edenlerin başlarının önce Kufe’ye, sonra Şam’a götürülmesi,tahkir edilmesi ve halka teşhir edilmesi kadar çirkin bir zulüm, Ortaçağ Avrupa’sının  engizisyon işkencelerini andırmaktadır.Dolayısıyla İslam devlet ve düşünce tarihinde 1.Yezid dönemi, karanlığı temsil eder.
Bu yüzdendir ki, Hz. Hüseyin (r.a.)’ın şehid edilmesi, Emevilerin yıkılışının çeşitli sebepleri arasında  en etkili bir yere sahiptir. Denilebilir ki; Hz. Hüseyin’in başı yere düştüğünde, aslında Emevi İktidarı da manen yıkılmıştı. Bu sebeple şunu diyebiliriz ki; “Kerbela, Müslümanları parçalayan bombanın piminin çekildiği gündür.”
 KERBELA’NIN  DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ:  
Her şeyden önce ne kadar yürek parçalayıcı olsa da, bu hadise ilahi takdirin bir tezahürüdür. Ne kadar dövünsek de geçmişi geri getiremeyiz. Bize düşen, tarihten ders çıkarıp ileriye bakmaktır.  Bu takdiratla Emevi zihniyetinin çirkin yüzü, Ehl-i Beyt’in ise masum ve haklı yüzü ortaya çıkmıştır.
Bu elim ve üzücü hadise şunu göstermiştir ki; “ Zulüm ile abad olunmaz.” “Hiçbir zalim zulümle abad olamaz. Zulümle abad olanın sonu berbad olur.”  Emevi hanedanlığı da bu yüzden yok olmuştur.
İster devletler olsun, isterse şahıslar olsun; kim bekası (kendi hayatiyeti) için başkalarının hukukuna tecavüz ederse, kulların hakkını çiğneyerek yükselmek isterse sonu berbad olur.  Büyüklerinde ifade ettiği gibi; “Mazlumun sabrı, zalimin belasını çabuklaştırır.” Nitekim öyle de olmuş, Kerbela zulmü Emevi Hanedanlığı’nın çöküşünü hızlandırmıştır.
Tarihte olanlar, yaşayan insanlar için birer ibret vesikasıdır. İbret alınarak tekrar tekrar aynı hataların yaşanmamasına çalışılır. İstiklal şairimiz M. Akif  ERSOY’un dizelerinde ifade ettiği gibi;”Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar. Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü eder di.”  
Bugünün  Müslümanları da o günkü hadiselerden ders çıkarıp aynı yanlışlara düşmemelidirler. Tarih ne övünme ne de dövünme malzemesidir. Evet, haklı olarak Kerbela’yı düşünen Mümin çok üzülür, bağrı yanar ama aklını da duygularının önüne geçirerek hep ileriye bakar.
Hz. Hüseyin (r.a.) için gözyaşı döken Müslüman, O’nun  davası uğrundaki samimiyetini ve ihlasını, yüce değerler için yalnız da olsa gerekirse gözünü kırpmadan, canını ve malını verebileceğini düşünerek O’nun hayatı gibi bir hayat yaşamaya çalışır.
Hacı Bektaşi Veli Hz.’lerinin dediği gibi; “Bin kere mazlum olsa da bir kere zalim olmaya kalkışmaz.”  Hele hele o hadiseleri bugün birileriyle bağdaştırarak kimsenin hakkını çiğneyemez, çiğnetemez.
 
BİZE DÜŞEN  VAZİFE; KERBELA’DAN DERS ÇIKARTARAK HÜSEYİNCE YAŞAMAKTIR!
İyi bilinmelidir ki; Hz. Hüseyin (r.a.)’ın Kufe’ye yürüyüşü Hakkı haykırmak, baskıya ve zulme direnmek, hak ve adaletin tesis edilmesi içindir.
Hz. Hüseyin’in konuşmaları ve mesajları dikkatle incelendiğinde tüm kaygısının İslam’ın ahlaki ve evrensel ilkeleri çerçevesinde sadece Allah’ın rızasını kazanmak, kabilecilik ve ırkçılık karşısında kardeşlik bilincini oluşturmak ve Resulüllah’ın önderliği ve örnekliği doğrultusunda  hak ve adaleti tesis etmek olduğu görülmektedir.
Hz. Hüseyin zulme, zalime, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı çıkmış ve şehadetiyle zalimlere üstün gelmiştir.Bu meş’um olay dikkatle incelendiğinde şunu görmekteyiz ki;  Hiçbir Alevi ve Sünni Müslüman,Yezid ismini çocuğuna ad olarak koymamıştır. Hasan, Hüseyin, Ali, Fatma, Zeynep gibi Ehl-i Beyt’in isimleri Müslümanların çocukları arasında hala unutulmamış ve unutturulmadan ad olarak yaşatılmaktadır.
Kerbela Hadisesinde Hz. Hüseyin (r.a.) ve arkadaşlarının uğruna can verdikleri yol, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in yoludur.
Kerbela’yı anlamak, Kerbela’yı yaşamak, Hakk’a, hakikate, hürriyete ve adalete sevdalı olmak demektir.
Haksızlık karşısında direnmenin adıdır KERBELA…
Kerbela bize; gücü elinde bulunduranların, imandan, ahlaktan, faziletten ve insanlıktan uzaklaştıkları zaman güç uğruna, hiçbir değer tanımaksızın nasıl zalimleşebildiklerini göstermektedir.
Bugün Kerbela olayında Müslümanlar olarak hepimize düşen vazife; Kerbela’yı doğru okumak, doğru anlmak, bugünümüz ve yarınımız adına dersler çıkarmaktır.
Bugün bize düşen, böylesi müessif, üzücü, elem verici bir hadiseyi kin, nefret, ayrılık ve gayrılığa değil;  Birlik-beraberlik, sevgi-saygı, muhabbet ve hoşgörüye dönüştürmektir.
Kerbela’yı anlamanın yolu Hz. Hüseyin’i doğru anlamak ve Hüseyin’ce yaşamaktan geçer.
KERBELA’YI ANLAMAK HÜSEYİN’CE YAŞAMAKTIR.  Kerbela, Hakk’ın hatırını her şeyin üzerinde tutmaktır.
Kerbela’nın acısını yüreğinde hisseden hiçbir Müslüman, Kerbela Şehitlerine bu zulmü reva gören Yezid’ler gibi düşünemez. Hz. Hüseyin’in en büyük gayesinin, kendisinden sonra yeni Kerbela’lar yaşanmaması olduğunu bilir.
  Bugün yüreklerimizi dağlayan yeni Kerbela’ların yaşanmaması için ortak bir dile, ortak bir akla ihtiyacımız var. Yüreklerimizi birleştirmeye, gönül kapılarımızı birbirimize samimiyetle açmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
İşte bu yüzden MUHARREM’i hak, adalet, rahmet, merhamet, müsamaha ve şefkat duygularının yeniden ihyası, Müslümanların muhabbet, kardeşlik ve beraberlik duygularının güçlenmesi için fırsat bilmeliyiz.
Unutulmamalıdır ki; ne Kerbela’da şehit olanlar sadece Şı’iliğin temsilcisidir, ne de Kerbela faciasını yaşatan zalimler Sünniliğin referansını temsil ederler.  Zalimin de mazlumun da mezhebine ve meşrebine bakılmaz.
Bu elim hadise üzerinden İslam coğrafyasında ayrılık ve gayrılık var etmek, kitlesel çatışmanın referansını oluşturmak, İslami kardeşlik ve vahdeti bozma çabalarına prim vermek olacaktır.
Mü’min her nerede olursa olsun zulme karşı mazlumun yanında duran vicdan sahibi insandır.
Kerbela üzerinden bir ayrılık gayrılık oluşturmak mü’minler topluluğuna yakışmayacağı gibi, Efendimizin “ Cennet gençlerinin efendileri” diye taltif ettiği, Hz. Aliyyü’l-Mürteza ve Fatımatü’z-Zehra’nın ciğerparesinden biri, ümmetin göz bebeği olan Hz. Hüseyin’in ruhaniyetini de incitecektir.
Ancak bugün üzülerek şahit oluyoruz ki; İslam coğrafyasında son yıllarda yaşanan olaylar mezhebi, meşrebi ne olursa olsun Müslümanların Kerbela’yı, Hz. Hüseyin ve arkadaşlarını hala doğru okuyamadığını, doğru anlamadığını ortaya koyuyor.
Onun içindir ki; bugün gönül coğrafyamız olan İslam dünyasında, nice Kerbela’lar yaşanmaya devam ediyor. Kardeş kanı bir türlü durmuyor.Müslümanların izzet ve onuru tarihte hiç olmadığı kadar bugün bizzat birbirlerinin eliyle yok ediliyor.
Savaş, terör ve zulümden dolayı milyonlarca insan; yerinden-yurdundan, evinden-barkından, hayatından oluyor.
Bugüne kadar suçu hep başkalarında aradık, hep başkalarının sinsi emellerine atıflar yaptık. Ama artık bir kere de kendimize bakıp nerede hata yaptığımızı sorgulamak durumundayız.
İnsan yetiştirme plan ve projelerimizi yeniden gözden geçirerek, “Ehl-i kıble tekfir edilemez” düsturunu teoriden pratiğe aktararak Müslüman’ım diyen herkesi İslam dairesinde görmeli ve hiç kimsenin bir başkasını İslam’dan çıkartma yetkisinin olmadığını hatırlamalıyız. Ve bu gidişata bir dur demeliyiz.
Bu amaçla bugün mezhebi, meşrebi, tarikatı, dili, kültürü, coğrafyası ne olursa olsun dünyadaki bütün Müslüman’ların, yeni Kerbela’lar yaşanmaması için ortak bir dil, ortak bir kültür,ortak bir düşünce, ortak bir gönül birlikteliği geliştirme mecburiyeti vardır.
Bunun için geçmişin acılarını bize yeniden yaşatmak, gönüllerde bir kez daha kapanmaz yaralar açmak, ortak değerlerimizi ayrılığa, kin ve nefrete dönüştürmek isteyenlere, tek yürek halinde gereken cevabı vermeliyiz.
Bütün Müslümanları derinden sarsan ve üzen bu hadisenin üzerinden birbirimizi rencide edecek söz ve tavırlara girmemeliyiz. Hadiseye kan davası gibi bakarak kimseden intikam almaya, hayali suçlular üretmeye ve aramaya çalışmamalıyız.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak Enfal suresi 46. ayetinde: “Allah’a ve Resulün e itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden  gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” buyurmaktadır.
Yine şunu da belirtelim ki; bütün semavi dinlerde ve hukuk sistemlerinde “SUÇUN ŞAHSİLİĞİ” prensibi vardır. Yani bir kimse bir başkasının hatasından, günahından, cinayetinden dolayı sorumlu tutulamaz.
Dolayısıyla asırlar önce işlenmiş bu vahşi cinayetlerden dolayı kimsenin kimseyi suçlamaya ve zan altında bırakmaya asla hakkı yoktur.
MUHARREM VE KERBELA;  Paylaşmanın, dayanışmanın ve birlikteliğin simgesi, zalime ve zulme karşı Hüseyince ve elif gibi dik durmanın sembolü olmalıdır.Bu bağlamda şairin şu mısraları çok önemli mesajlar içermektedir.
             Kerbela’da olanlar herkesi üzer,
            Bunu duyan kim olsa gözyaşın döker.
            Tefrika ile ancak milletler çöker,
            Tefrikayı bırak gel, bir olalım hep bir can.
                                                                 Tarihte olanlar orda kalmalı,
                                                                 Acı gerçeklerden ibret almalı,
                                                                 Fitne, fesat, kavga artık kalkmalı,
                                                                 Kin gütmeyi bırak gel, bir olalım hep bir can.  

Bu duygu ve düşüncelerle ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)’e O’nun Ehl-i Beyti’ne, ashabına salat ve selam ediyor, Serdarımız Hz. Aliyyü’l-Mürteza’nın erdem şahsında bütün Ehl-i Beyti Mustafa’yı, Hz. Haticetü’l-Kübra’yı, Hz.Fatımatü’z-Zehra’yı, Hz. Hasan’ı, Hz. Zeyneb’i;hassaten şehadetinin sene-i devriyesinde Seyyidü’ş-Şüheda Hz. Hüseyin efendimizi, Kerbela Şehitlerini bugüne kadar hak, hakikat, hürriyet, adalet, ahlak, erdem ve fazilet için, izzet ve şeref için can veren bütün şühedayı, rahmet, minnet, şükran, saygı ve tazim ile yad ediyor,  asırlardan beri Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi etrafında kenetlenen milletimiz başta olmak üzere tüm İslam aleminin barış, huzur, güven, istikrar, karşılıklı sevgi ve saygı içerisinde yaşamaya devam etmesini Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum.

     

                                                                                                              Abdulllah PAMUKLU

                                                                                                                      İl Müftüsü